Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:28

Dinin bir ruh ihtiyacı olduğunu bilim kabul etmiştir. Daha zekasının pek iptidaî olduğu zamanlardan beri, insanların din sahibi oldukları da bilinen gerçeklerdendir. Zekanın ve bilimin yükselmesiyle dinler de yükselmiş, tek Tanrılı dinlerle dinler çağı kapanmış, din uğruna yapılan korkunç savaşlar ve kırgınlıklardan sonra medeni dünyada din, fertlerin vicdanına sığınmış, bir kanaat olarak saygıdeğer bir yer kazanmıştır. Artık medeni insanlar arasında din tartışması yapılmıyor. Dinler hakkında avamî yazılar değil, ancak bilginlerin etüdleri yayınlanıyor. Medenî insan, başkalarının dini inancına saygı gösteriyor. Kimseyi propaganda ile kendi dinine çağırmıyor.

Türkiye'de bir zamandır dine karşı takınılan yanlış tutum, yemişlerini vermeye başlamıştır. Mabedsiz şehir kurmakla övünen budalalar, çirkin harabelerin mabed haline getirileceğini düşünememiştir. Cumhuriyetin başlarında, artık görevi ve faydası kalmamış Arapçı ve Arapçacı softa takımı tasviye olunurken, milletin manevi ihtiyacı düşünülerek asrî din adamları yetiştirecek özlü bir din okulu açılsaydı, bugün il ve ilçe merkezleri, doktor payesine erişmiş din adamları ile dolar, bunlar köyleri de kontrol ederek yobazlığa engel olur ve İstanbul gibi şehirde çatalı ve radyoyu haram eden beyinsizler halka vaaz edemezdi.

Mabedsiz şehrin ilk yemişi Ticanîlik, onun olup kurtlanmışı da Nurculuk oldu.

Nurculuk nedir? Gazetelerde ikide bir görülen Nurcular, Nur risalesi talebeleri kimdir? Aralarında avamdan aydına kadar, mühendis, avukat ve doktora kadar her türlü adamın bulunduğu Nurculuk, "Saîd-i Nursî" adında cahil bir Kürdün peşine takılmış cahil bir sürü, Nur risalesi talebeleri de Saîd-i Nursî'nin o çetrefil ve cahil Kürt Türkçesiyle yazdığı risaleleri atom fiziği ve Einstein nazariyesi okur gibi toplanıp okuyan bir yığın zavallıdır.

Saîd-i Nursî denilen adam, eskiden Saîd-i Kürd-î diye bir takım risaleler yayınlayan, Türkçe bilmez, daha nokta ile virgülün nerede kullanılacağını bilmekten âciz, Şafiî mezhebinden bir Kürttür. Mütareke yıllarında İstanbul sokaklarında millî Kürt kılığı ile dolaşarak caka yapmıştır. Bu cakacı Kürt kendisine "Bedîüzzaman" demekte, müridleri de bu adı bir övünçmüş gibi kullanarak şeyhlerini bu adla ululamaktadır. Bedîüzzaman, "zamanın harikası" demektir. Kürt Said cidden zamanın harikasıdır. Yirminci yüzyıl gibi bir zamanda bu bilgisizliği ve iptidaîliği ile ortaya atılmakta gösterdiği pişkinlikle zamanın harikası, bundan daha fazla olarak da onbinlerce, belki yüzbinlerce Türk'ü ardına takmakta gösterdiği başarıyla gerçekten zamanın bir harikasıdır.

Zamanın bu harikası, bu Kürt Said, aslında bir Kürt milliyetçisidir. Nasıl Moskofçular Türk milletini yıkmak için ortaya sosyal adalet ilkesiyle atılıyor, yoksulların davasını benimsemiş görünüyorlarsa, Kürt Said de ortaya Müslümanlık ve kardeşlik çığırtkanlığı ile çıkıyor. Kürtçülük davasını açıkça güdemiyeceği için, Türkçülüğü yıkacak ağuları Müslümanlık ve Nurculuk diye ileri sürüyor. Müritlerine veya kendi tabiriyle Risâle-i Nur şakirtlerine evlenmeyi yasak ediyor. Çünkü evlenip çocuk sahibi olurlarsa, o çocukların kötü ve dinsiz olma ihtimali varmış. Tabiî, dağdaki Kürdün bu büyük ve ilâhî buyruktan haberi olamıyacağı için, o evlenecek ve Kürtler çoğalacak. Herkesin sözüne inanan saf Türkler ise, büyük mürşidin buyruğu ile evlenmiyecek, böylelikle Türk soyu azalacak ve Kürt Şeyh Said'in 1924'de yapamadığını, Kürt Molla Said (yani Bedîüzzaman) kırk yıl sonra yapmış olacak.

Kadını şeytanın askeri sayarak evlenmeyi yasak eden dinin, Zerdüşt dini olduğunu bilmeden koyu Müslümanlık adı altında bir nevi Mazdeizm yaptıklarının farkında olmayan bu beyinsizler sürüsüne ne demeli? Urfa'daki mezarının bir baş belası haline gelmemesi için, söylentilere göre, General Mucip Ataklı tarafından ortadan kaldırılmasından sonra, bu kaldırmaya inanmayarak Kürt Said'in oradan uçtuğuna inanacak kadar şuursuz olanlara ne denebilir? Millî talihsizlik, akıl hastanesi kliniklerinde yatması gerekenlerin halk arasında dolaşmasındadır. Ciddi tedbirler alınmazsa, bu dinî cinayet daha yıllarca sürecektir.

Nur risalesi (kendi tâbirleriyle risale-i nur) denilen sayıklama kitapları pek çoktur. Beyni örümceklenmiş zavallılar bu sayıklamaları elle yazarak, yahut şapirografi veya taşbasmasıyla çoğaltarak onbinlerce satarlar. Bunu satmak için kasaba kasaba, köy köy dolaşan Nurcular vardır. Bunları satarak sevaba girerler. Sözde Türkçe olan bu sayıklama kitapları, Kürt hamalların fikir seviyesinde yazıldığı için, kimse birşey anlamaz. Anlamadığı için de, onda gizli hikmetler, yüksek gerçekler olduğu kuruntusuna kapılır.

Bir zamanlar bu sayıklamalardan bana da bir tane yollamışlardı. Kendimi zorlayarak okuyabildiğim bir tanesinde, Kürt Said radyodan bahsediyor, dünyanın bir ucundan söylenen bir sözün kutudan duyulmasını kutudaki meleklerle açıklıyordu.

İşte, aşağı tabaka ile birlikte doktor, mühendis ve avukatın da şeyhi, pirî olan, kendisinden "efendi hazretleri" diye söz ettikleri Kürt Said'in seviyesi budur.

Fizikten, titreşimden haberi olmayan, müsbet bilimin kıyısından dahi geçmeyen bir yobaz, radyo hakkında ancak bu kadar düşünür. Fakat bilgisizliğini de anlamaktan âciz olan o kara cahil, bu katmerli bilgisizliğine bakmadan, Türkler aleyhinde hüküm çıkarmaktan da geri kalmıyor. Nur risalelerinin birinde, Ye'cüc Me'cüc denen ve dünyayı yok edecek olan korkunç yaratıkların Özbek, Tatar ve Kırgız gibi "akvâm-ı vahşiyye" (yani vahşi kavimler) olduğunu yazmıştı. Sevsinler medenî Kürdü!... Özbek, Kırgız ve Tatarlar arasında okuyup yazma nisbeti % 90'dır ve aralarında atom bilginleri de olmak üzere her bilim dalında yüzlerce bilgin ve uzman bulunmaktadır.

Kendisini Nurculuğa kaptırmış olan bir avukatla geçen yıl aramda küçük bir konuşma olmuş, Kürt Said'de ne bulduğunu kendisinden sormuştum. "Kuran'ın en güzel tefsirini yapmıştır." diye cevap vermişti. Bu genç avukat eski yazıyı bilmiyor, Kuran'ın şimdiye dek en büyük İslâm bilginleri tarafından üç İslâm dilinde yapılan tefsirlerinden habersiz bulunuyordu. Bunu kendisine boşuna anlatmaya çalıştım. Bir kere çileden çıkmış, aklın ve mantığın dışına uğramıştı. Bir safsataya inanla uğraşmak neye yarar? Bugün devlete düşen görev, bunun sebeplerini arayıp bularak tedavisine gitmektir.

Bana gör Tîcânilik, Nurculuk, yobazlık, komünizm ve partizanlık gibi hastalıkların sebepleri, milli ülküden yoksunluktur. Tıpkı normal yemek bulamayan aç çocuğun duvarı yalaması, yerde bulduğu faydasız ve zararlı şeyleri yemesi gibi, bağlanacak büyük bir ülkü bulamayan insanlar, abur cubur düşüncelere kurtarıcı diye yapışıyorlar. Çünkü insanlar bir fikre bağlanmaya mecburdur. Bu istidat insanlığın mayasında vardır. Bunu hiçbir kuvvet önleyemez.

Türkiye'de gerçek ülkü olan Türkçülük türlü bahanelerle baltalanmasa, gerçek Türkçü olan eski "Milliyetçiler Derneği" 1953'de kapatılmasaydı, bunlara gelişme imkanı verilseydi, bugün memlekette partiler üstünde, gayet ateşli ve şuurlu bir milliyetçi topluluk bulunacak, hükümetler güç durumlarda bunlardan yardım isteyebileceklerdi.

Türkçülük insanlara hiçbir vaitte bulunmuyor, maddi veya manevi birşey vermiyor. Yalnız istiyor... Fedakarlık ve feragat istiyor. Nurculuk ise cennet va'dinde bulunuyor. Ebedî saadet, cennette köşkler, yemekler, huriler va'dediyor.... Kafası işlemeyen, hatta aslında materyalist olanlar tabiî Nurculuğu seçecektir. Netekim bunu kendileri de söylüyor "Türkçülük mezara kadar... Ondan sonra ne olacak?" diyor... Tabiî ondan sonrasını kendilerine Kürt Said hazırlayacak.

Kürt Said'in 1327 ( = 1909 ) yılında, İstanbul'da Vezir hanındaki İkbal-i Millet matbaasında basılmış bir eseri vardır. Adı: "İki Mekteb-i Musîbetin Şahâdetnâmesi Yahut Divan-i Harb-i Örfî ve Saîd-i Kürd-î" dir. Kendisinin Saîd-i Kürd-î Yani Kürt Said) olduğunu tastik ettiği bu eserde, eserin muharriri diye de kendisini "Bedîüzzaman" diye taktim etmektedir. Eserin tâbii, yani editörü de "Kürdîzade Ahmed Ramiz" dir. yani dört başı mâmur bir eser. Bu 48 sayfalık eserin "hâtime" kısmı (44-48. sayfalar) Kürt Said'iin içyüzünü göstermesi bakımından çok ilgi çekicidir. Bunun aynen alıyor ve ağdalı bir dille yazıldığı için açık Türkçeye çeviriyorum: Ebnâ-i cinsime burada birkaç söz söylemezsem, bence bahs nâtamam kalır. ( = Soydaşlarıma burada birkaç söz söylemezsem, bence bahis eksik kalır. )

Ey Asurîler ve Keyânîlerin cihangirlik zamanından pişdar, kahraman askerleri olan arslan Kürtler!... Beşyüz sene yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa sahrâ-i vahşette vahşet ve gaflet sizi vahşet sahrasında yağma edecektir. Hikmet-i ilâhî denilen makine-î alemin nizamı ve telgraf hattı gibi umum âleme mümted ve müteşa'ib kanun-i nûrân-î ilâhînin müessisi olan hikmet-i ilâhî ufk-i ezelden engüşt-i kaderi kaldırmış, size emrediyor ki, tefrika ile katre katre müteferrik su gibi zayi olan hamiyet ve kuvvetinizi fikr-i milliyetle tevhit ve mezcederek zerrâtın câzibe-i cüz'iyyeleri gibi gibi bir câzibe-i umum-î millî teşkili ile Kürt gibi bir kütle-i azîmi küre gibi tedvir ederek şems-i şevket-i islâmiyye Osmâniyyenîn mevkibinde bir kevgeb-i münevver gibi câzibesini ittiba ile muvazene ve âheng-i umumiyyeyi muhafaza ediniz. ( = Ey Asurlular ve Ahemenidlerin cihangirlik zamanında, onların öncüleri ve kahraman askerleri olan arslan Kürtler! Beşyüz yıldır yattınız. Yeter artık. Uyanınız. Sabahtır. Yoksa vahşet ve gaflet sizi vhşet sahrasında yağma edecektir. İlâhi hikmet denilen âlem makinesinin nizamı ve telgraf hattı gibi bütün âleme dalbudak salan Tanrı'nın nurlu kanununun kurucusu olan ilâhî hikmet, ezel ufkundan kader parmağını kaldırmış size emrediyor ki: Ayrılık, gayrılıkla damla damla dağınık sular gibi boşa giden hamiyet ve kuvvetinizi milliyet fikriyle birleştirip kaynaştırarak zerrelerdeki küçük cazibelerden bir umumî ve millî cazibe teşkili ile Kürtler gibi büyük bir kütleyi dünya gibi döndürerek İslâm ve Osmanlı şevket güneşinin mevkibinde parlak bir yıldız gibi cazibesine uymakla muvazeneyi ve umumî ahengi muhafaza ediniz.)

Görülüyor ki Kürt Said, zavallı Kürtlere eski Asur ve İran ordularının hayali öncülüğünü yaptıracak kadar koyu bir Kürt milliyetçisidir ve çapraşık acemî ifadesiyle Kürtleri Kürt milliyetçiliği etrafında birleşmeye çağırmaktadır. Bunun hiçbir tevili, tesfiri yoktur. Beyninde ve gönlünde kötü düşüncesi olmayanlar, bu açıklıktan sonra onun bir İslâmcı değil, bir Kürtçü olduğunu kabule mecburdur.

Bundan sonrasını, zaten anlaşılmaz ve bozuk ifadeli metinden sıyırarak yalnız tercümesini (evet, bu kelime yerindedir) vermek suretiyle okuyucuları boşuna yormaktan alıkoyacağım. Bundan sonra Kürt Said şöyle diyor:

Süphan ve Ağrı dağları gibi geleceğin yüksek dağlarının doruğunda ayağa kalkmış, nefse esir olmayı yasak etmiş ve başkasına tecavüzü caiz görmeyerek şeriata dayanmış olan hürriyet sultanı yüksek sesle sizin gibi mâzinin en derin derelerinde gafil ve dağınık bir kavme, cehalet ve yoksulluğa hücum için "fen, sanat ve silâh başına, ileri arş" emrini veriyor.

Hakikat denilen tabakalar altında örtülü ve mahpus kalmış ve istibdadın yok edilmesiyle omuzu üstünde olan cehalet ve gafletin hafiflemesi sayesinde harekete gelip kalkmaya teşebbüs etmiş bulunan hakikatler habercisi, size her cihetle haber veriyor ki, mahiyetinizde kaderin ektiği istidatları ve mukadderatınızı fiile çıkaran ve kavmi mahiyetinizde saklanmış olan seciyenizi maarifin hayat suyu ile sulamanın vaktidir. Yoksa kuruyup çürüyecektir.

İhtiyaç denilen, medeniyetin babası ve ilerlemelerin kurucusu olan üstad, sillesini kaldırmış, size hükmediyor: Ya hayat ve hürriyetinizi bu vahşet sahasında yağma ettireceksiniz, yahut medeniyet alanında fen ve sanat balon ve trenine binerek istikbali karşılayacak ve olgunluğun Kâbesine koşacaksınz.

Milliyet denilen mâzi derelerinde, hâl sahralarında ve istikbâl dağlarında çadır kurmuş olan Rüstem-i Zâl ve Selâhaddin-i Eyyubî gibi, herkesi başkasını haysiyet ve şerefiyle şereflendiren ve yüksek duyguların timsali olan milliyet fikriniz size kesin emirle emrediyor ki, her biriniz umum bir milletin hayatının mâkesi, saadetinin koruyucusu ve bütün milletin müşahhas misali oldunuz. Şimdiki gibi bir şahıs değil, bir millet kadar büyüyeceksiniz. Zira, maksadın büyümesiyle himmet de büyür ve millî hamiyetin galeyanıyla ahlâk da yükselir.

Kavimlerin saadetinin sebebi olan ve millî hakimiyeti temin ile hayat makinesinin buharı olan hürriyetteki cüz'i iradeyi istibdadın söndürmesinden kurtaran ve şer'î meşveretin mayasıyla mayalandıran meşru meşrutiyet, sizi imtihan meclisine davet ediyor. Erginlik çağına vardığınızı ve vâsîye ihtiyacınız olmadığını görmek istiyor. İmtihana hazırlanınız. Varlığınızı birleşerek gösteriniz. Millî hamiyet ve şahsî fikir ve vicdanınızı milletin müşterek kalbi ve aklı gibi gösteriniz. Yoksa sıfır alacaksınız ve hürriyet şahadetnamesi elinize verilmeyecektir.

Mâzide dağınıklığınıza sebebiyet veren birinizdeki bencillik fikri şimdi istikbalin medeniyet saadethanesinde icad fikrine, şahsî teşebbüse ve hürriyet fikrine inkılâb edecektir. Hattâ diyebilirim ki, başkalarının sükûtî medreselerine nisbetle sizin gürültülü olan medreseleriniz bir ilmî mebuslar meclisini gösteriyor. İmam arkasında fatihalar okuduğunuz zamandaki semâvî ve rûhânî vızıltılarınızda, mezhebî ve kavmî mahiyetinizdeki istidat, meşrutiyet sırrına kaderin bir îmâ ve nişanı vardır.

"İnsan için çalışmaktan başka yol yoktur" sözünün öteki ifadesi, şahsî teşebbüstür. Her kemâlin kurucu ve koruyucusu olan cesaret ve millî namus emrediyor ki, şimdiye kadar nasıl maddi şecaatte terakki ettinizse, şimdi de akıl ve medeniyet meydanında millî namusu çiğnetmeyiniz. Millî duyguların mâkesi olan, kıymetinizin ölçüsü olduğu halde ihmalinizle gayet çapraşık bununan diliniz, tûbâ ağacı gibi bir ağacın tecellisine müstatken, böyle kurumuş, perişan ve edebiyatsız kalmış olduğundan, diliniz sizden millî hamiyete şikâyette bulunuyor. İnsanda kaderin sikkesi sikkesi lisandır. Anadil tabiî olduğundan, kelimeler zihne kendiliğinden gelir. Zihin çatallaşmaz, O zihne giren bilgiler taş üzerinde oyulmuş gibi bâki kalır. Millî dille görünen herşey hoş gelir. Millî hamiyetin bir misalini size takdim ediyorum. O da Mutkili Halil Hayâlî Efendi'dir. Millî hamiyetin her şubesinde olduğu gibi, dil alanında da dilimizin esası olan elifbe, sarf ( = gramer ) ve nahvini ( = sintaksını ) vücuda getirmiştir. Hakikaten Kürdistan madeninde böyle bir hamiyet cevherine ratgeldiğinden, istikbalimizi onun gibi birçok cevherler ışıklandıracaktır.

İşte bu zat bir hamiyet örneği göstermiş ve tekemmüle muhtaç dilimize bir temel atmıştır. Onun izinden gitmeyi ve temeli üzerine bina kurmayı hamiyet sahiplerine tavsiye ediyorum.

Bedîüzzaman Saîd-i Kürdî


Kürt Said'in tam bir Kürt milliyetçisi olduğunun bu yazıdan daha kesin bir tanığı olamaz. Böyle olmayıp da, yalnız geri kalmış Kürtleri kalıkındırmak amacı gütseydi, onlara "Bilgi sahibi olun" demekle yetinir, medeni ve ebedî Türkçe dururken, millî dil diye kaba ve iptidaî Kürtçeyi tavsiye etmezdi. Meşrutiyetin memlekette yaptığı sarsıntıdan ve otoritenin zaruri gevşemesinden faydalanarak, Türkiye'yi parçalamak ve kendi cemaat gayelerini gerçekleştirmek isteyen Hıristiyan tebaalar gibi, bu müslüman kardeş de İmparatorluğun bütün yükünü ve çilesini çekmiş olan Türkleri vurmaya çalışıyor. Kendilerine tarih ve şeref uydurmak ihtiyacında olan bütün iptidaî cemaatler gibi, roman kahramanı olan Zâloğlu Rüstem'i ve ancak anası Kürt olan Selâhaddin Eyyubî'yi Kürt kahramanı diye ileri sürüyor. Kürtlerin mevhum meziyetlerinden bahsediyor. Kısacası, onlara devlet kurdurmaya çalışıyor. Tabiî devletin buna müsaade etmeyeceğini anladıktan sonra, Saîd-i Kürd-î adını Saîd-i Nursî yaparak ve Nur risaleleri diye cehlin ve taassubun örneği olan karalamalar düzerek, bir din mürşidi gibi ortaya çıkmaya başarıyor.

Bizim için şaşılacak nokta, onun şu veya bu davranışı değil, onbinlerce, belki yüzbinlerce gafil Türk'ün, bu cahil Kürd'ün arkasından gitmesi, onun cahilâne ve hâinâne öğütlerine körü-körüne boyun eğmesidir.

Şimdi bu gafil Türklere hitap etmek istiyorum:

Siz, Türk ve Müslüman mısınız? Türkseniz, hangi sebeple cahil bir Kürdün ardından gidiyor, onun telkinleriyle kendi ırkınızı, kendi dilinizi hor görüyorsunuz? Aranızda "Türkçe de dil mi?" diyen ahmaklar, resmî dilin Arapça olmasını isteyen hainler var. Siz ne biçim Müslümansınız ki, cahil bir Kürd'ün telkini ile evlenmeyi lanetliyor, dinsiz çocuklar yetişir de günaha gireriz diye bekâr kalmaya azmediyorsunuz? Putperest olduğunuzun farkında değil misiniz? Bir cahil Kürd'ün sakalını, tırnaklarını, abdest aldığı suyukutsal emanetler gibi saklamak hangi Müslümanlığın, hangi insanlığın, hangi temizlik kaidesinin, hangi şuurun işidir? Uyanın! Radyoyu melekle açıklamaya kalkan bir budalanın müridi olarak eşe dosta, dosta düşmana karşı gülünç olmayın. Müslümanlık, temeli atılmış, büyük bilginlerini yetiştirmiş, tedvin olunmuş bir dindir. Onun yeni baştan açıklanması için Kürt Said gibi maskaralara ihtiyaç yoktur.

Bana bu yazıyı yazdıran, Trabzon'dan yollanan acayip bir nesne oldu. Çok küçük boyda, 8 yapraklık bir broşür olan bu nesne, hangi basımevinde basıldığı belli olmayan bir Said-i Kürd-î reklamıdır. Gönderen, O. Nuri Kurt adında tanımadığım birisidir. İçinde Kürt Said'in sayıklamalarından parçalar var. İkinci yaprağın ikinci yüzündeki şu hezeyana bakın:

"Aziz, sıddık kardeşlerim:

Siz kat'î biliniz ki, risâle-i nur şakirtlerinin meşgul oldukları vazife rûy-i zemindeki en muazzam mesâilden daha büyüktür."

***

Evet! Sizin vazifeniz cidden büyüktür. Haçlıların, bozuk iradenin, azınlık ihanetlerinin yıkamadığı Türkiye'yi cehaletiniz, gafletiniz ve hamakatinizle yıkacaksınız. Türklüğü inkâr ederek, şeriati Anayasa ve Medenî Kanun durumuna getirerek, evlenmiyerek, yalnız kalan kadınları evlere tıkarak, eski yazıyı getirip Arapçayı resmi dil yaparak, İslâmiyetten önceki tarihimizi küfürdür diye kitaplardan kazıyarak Türklüğü yıkacaksınız. Bunu yaparken, ölü Stalin'le, sağ Makaryos'un müttefiki olduğunuzun asla farkında olmıyacaksınız. Müslüman geçindiğiniz halde Peygamber'in "Evlenip çoğalınız" anlamındaki hadîsini hiçe sayarak, Kürt Said'in evlenmemek hususundaki hezeyanlarına baş eğmekle kimin ekmeğine yağ sürdüğünüzün farkında olmıyacak kadar acınacak yaratıklarsınız.

Neymiş o sizin meşgul olduğunuz büyük vazife? Bir odaya kapanıp Kürt Said'in hezeyanlarını okuyarak kendinizden geçmek mi? Bu zavallı ve gülünç halinizle siz, aslında ruhî tababetin ve marazî ruhiyatın konusu olabilirsiniz. Kendisi genç ve güzel bir kadın olduğu halde, ihtiyar, çirkin ve kör bir zenci ile evlenen Amerikalı artist gibi anormal zevk sahipleri dünyada seyrek görülen nesne değildir. Sizinki de kendi içinizde kalsa, Türklüğün aleyhine yönelmese, belki böyle sayılabilir. Fakat Cennet va'di ile gafilleri avlıyor, onların milli duygusunu yıkıyor ve Türklükten ayırıyorsunuz. Araplarla aramızda bir dâva oldu mu, mutlaka Arapları haklı buluyorsunuz. Türk - Arap savaşı olursa, "Din kardeşime silâh çekmem" diyorsunuz.

İşte, sizin üstadınızın kimliğini kendi yazısıyla gösterdim. Onun bir Kürt milliyetçisi olduğu apaçık ortaya çıktı. Bu açıklamadan sonra, gerçeği kabul edip de Türklüğe dönerseniz, hoş... Yine eski sapıklıkta inat ederseniz, sizin vicdanınızdan şüphe etmeli...

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:29

SAİDİ KURDİ VE NURCULUK

1876 yılında Bitlis'in Hizan kasabasına bağlı Nurs Köyünde dünyaya gelen Said-i Kurdi, 1960 yılında Urfa'da vefat eder.

Bütün ömrü üç önemli süreçten geçmiştir; Mutlakiyet(despotluk), Meşrutiyet ve Cumhuriyet. Ancak bu üç dönemde de varolan farklı hükümetlere karşı siyasi muhalif cephede yeralmasıyla birlikte tavrı bir olmuştur.

Saidi Kürdi'nin ilk siyasi hayatı Mardin'de bir Osmanlı zabıtına(polis) bir tokat atmasıyla başlar. Daha genç olmasına rağmen işgalci Osmanlı imparatorluğunun Kürdistan'da oluşturmuş olduğu feodal-işbirlikçi, yerel gerici güçlerin dalları olan Ağa-Şeyh-Devlet üçgenini çok erken farketmiş ve Kürdistan'ın sağlıklı bir yapıya kavuşmasını bunlara karşı mücadeleye endeksli olduğu şeklinde formule etmiştir. Ve gerçekten de 1925'te Kürdistan'dan Batı Anadolu'ya sürgün edilene kadarki hayatını bu yerel-işbirlikçi sosyopolitik erklere karşı aktif mücadele içerisinde geçirmiştir. Kürdistan'daki zalim Hamidiye reislerine karşı kavgaları, monark 2. Abdulhamit'ten Kürt ulusal haklarını isteme çabaları ve Kürdistan'daki şeyhlik kurumunu doğru islamiyete yaklaştırma temelinde restore etme çabaları hep bu bağlamda değerlendirilmelidir. Mutlakiyet devrinde (2. Abdulhamit dönemi) yönetimi, yönetimi Kürdistan politikasından dolayı sert eleştirilere tabi tutmuştur. Bu onun birçok kez yakalanıp sürgün edilmesine neden olmuştur.

1908'de İttihat-Terakkinin meşrutiyeti ilanıyla Osmanlı imparatorluğu yeni bir döneme giriyordu. Sözümona biraz özgürlükçü, Osmanlı maiyetindeki etnik azınlıkların yönetsel haklarını garanti altına alan bir sloganla ortaya çıkan İttihat-Terakkiyi Saidi Kürdi de kuruluşundan beri Kürtlere bir faydası olur temennisiyle desteklemiştir. Ancak bu kuruluşun içerisindeki siyonist söylemler ve bunu destekleyen kişiler önplana çıkınca, yani gizlediği hedefi ortaya çıkınca Saidi Kürdi bunlarla dayanışmanın bir yanılgı olduğunun farkına vararak sözkonusu desteğini geri çeker. İttihatçılara karşı siyasi muhalif cephede yeralıp tekrar aktif çalışmalarına devam eder. Bu onun 1909'da Divanı Harp mahkemelerinde idamla yargılanmasına neden olsa da ünlü Divanı Harp müdafasını cesurca verdikten sonra "Zalimler için yaşasın Cehennem" sloganını uzun süre yürüyerek atmıştır.Genelde Osmanlı özelde Kürdistan üzerinde İngilizlerin işgalci hedefleri günışığına çıkınca artık İngilizlere karşı amansız bir mücadele başlatır. Bu dönemde kaleme almış olduğu " Hutuwati sitte" (Altı adım) adlı eseri bu paralellikte yazılmıştır. Bu böyle bir aşamaya gelirki İngilizlerin onun hakkında ölüm kararı almalarına neden olur. Ancak potansiyel nufuzu ve olası bir başkaldırıdan çekinip bu kararlarından İngilizler vazgeçmişlerdir.

1925'ten sonra Saidi Kürdi'nin tutukluluk, esaret ve işkenceye alınma dönemi başlar.Bu 1960'ta ölümüne kadar devam eder. Zaten kendisininde ifadesiyle "Yeni Said" diye adlandırdığı dönem buradan başlar. Bundan sonra bütün imkansızlıklara rağmen İslam'ın çağdaş yorumu sayılan " Risale-i Nurlar" ı yazmaya başlar. Çok çarpıcıdır ki ölümüne kadar onun düşmanı olan hükümet, onun ölümünde sonra onu sahiplenmeye başlar. Bu Risaleyi Nurların ve misyonunun müthiş bir şekilde dejenere olmasına sebebiyet verir. Bugünkü Nurcuların bir türlü doğrulamayışlarının nedeni de budur. Düşmanın verdiği suyu içtikleri için artık Saidi Kürdi'yi ve onun mücadelesini doğru anlamlandırmaları biraz güçleşiyor. 1949'da kurulan NATO Askeri ittifakına Türkiye'de girmişti. Hala Fransız devriminin etkisi altında olan Avrupa'daki azınlıkların özgürlük girişimlerini bastırmak ve 1917'de Ekim devriminin etkisini durdurmak amacıyla kurulmuştu. Türkiye'de bu ittifaka dahil olduğu için böyle bir stratejinin kendi sınırları dahilinde taktik uygulayıcısı olmak temel ödeviydi. Nurculuğun şimdiye dek devletle cebelleşmemesinin tek sebebi devlet politikasını eleştirmemesi, bilakis desteklemesidir. Dolayısıyla NATO'nun bu bölgede yapmak istediği şeylerin destekçisi olmuştur. Bir siyonist olan Demirel'in bir zamanlar desteğinin belkemiğini Nurcular oluşturuyordu. Yine Sovyetlerin etkisinden yeni yeni kurtulmaya başlayan Türki Cumhuriyetlerde bir anda müthiş bir şekilde temel atıp yayılan Fethullahçılık NATO'nun burada gerçekleştirmek istediği hedefinin bir nebzede olsa prastiyeni olmuştur.

Yine bugün özellikle Kürdistan'da Fethullahçılar açmış oldukları yurt, ocak ve pansiyonlarına Kürt gençlerinin ekonomik sıkıntılarını bir koz olarak kullanıp, gençleri bu kurumlarına ucuz bir şekilde kayıtlarını yaptırmaktadırlar. Tek hedefleri Kürt gençlerini küçük bir yaşlarda devletle homojenleşmiş bir yapıya kavuşturmak.

Netice olarak Saidi Kürdi ile onun ölümünden sonra oluşan " Nurculuk", hele hele " Fethullahçılık" ı ayırmak gerekiyor. Kürt ulusal haklarının talepçisi ve mücahidi olan Saidi Kürdi ile Türk ırkçısı olan özelde Fethullahçılık genelde Nurculuk arasındaki fark barizdir. Yine Anti-emperyalist olup A.B.D. ve İngiliz merkezli bir dünyaya karşı Ortadoğu Halkları Konfederasyonu' na gitme talepçisi olan Saidi Kürdi ile NATO'nun taktikçileri durumunda olan Nurcu ve Fethullahçılar arasındaki fark çok açıktır.

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:30

Muhteremin peygamberliğini ilan ettiği söylenir durulurdu da belegeleyemezdik.

işte size hem de kendi kaynaklarından belge;

""Üstad Bediüzzaman'a ait bir madenî mührün olduğunu, muhtelif vesikalarda görüp öğreniyoruz. Bazı durumlarda, parmak izi veya imza ile birlikte, bu mührü de kullanmıştır. Mührün üzerinde nelerin yazılı olduğu ise, bizim gibi çoğu kimse için de mûcib-i meraktır. Dârü'l-Hikmeti'l-İslâmiye ile ilgili vesikalarda da dikkat çeken Bediüzzaman'a ait mührün daha vâzıh bir suretini görüp, üzerine kazınmış yazıyı çözdüğünü belirten Van Edremit'ten muhterem Ata Beyaz Hocamız, hususî duâsına da dahil ettiği şekliyle, o mührün üzerinde şu ifadelerin yer aldığını bize beyan ettiler:

"Mirza, Nuriye, Şâh-ı Merdan, Hazret-i Bediüzzaman"

Mühürde yazılı Mirza babasının, Nuriye annesinin ismi, Şâh-ı Merdan ünvanı ise, Hz. Ali (kv) için kullanıldığını çoğunuz bilirsiniz.""

peki "Hazret-i Bediüzzaman" ne oluyor açıklanmamış

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:31

Bu nurcu muhteremlerle dört-beş sene zorunlu (iş ilişkileri nedeni ile) teşrik-i mesaimiz oldu.

çok sıkı tartışmalara tutuştuğumuz zamanlara köşeye sıkışınca sarıldıkları bir can simidi vardır.her yerde işe yarar denizde can simidi ,karada air-bag,havada paraşüt niyetine...

**Aslında gerek Türkiye’de gerekse dünyadaki pek çok siyasî ve içtimai tartışmalar detayda ve teferruattadır ve havanda su dövmektir. Çünkü esas mesele olan Allah’a iman meselesi halledilmemiştir. Dünyadaki karmaşanın esas sebebi budur. ***

Başından beri bu tavır sergilense anlayacağım,ama öyle değil başlangıçta sizi kolay yutulur bir lokma olarak gördüklerinden pastalı börekli "sohbet"e başlarlar ama sonunda bu nakarata mecbur kalırlar.

köylü kurnazlığına bakarmısınız..Allaha iman meselesi hallolmuş olsa zaten tartışma nedeni de doğal olarak ortadan kalkacaktır.

Bu pişkin camaat-ül cühela nın komikliklerini irdelemeye devam edeceğiz.

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:32

Ben kişisel olarak insanların bireysel inançlarını eleştirmeyi yararlı bulmuyorum.tam aksine zararlı buluyorum.Bir insanın inancını acımasızca eleştirirken onun yıllarca doğru bildiği şeylerle bir anda yüzleşmesini beklemek saflıktır.kaldı ki psikolojik olarak vereceği doğal tepki de cabası.Belki de tam aksine bu inanca sarıldıkça sarılacaktır.Toplumda Ateizmin zaten yanlış anlaşılıyor olması ve hakkında henüz birşey bilinmiyor oluşu bu reaksiyonu pekiştrecektir.Sonra ateistlerin kimseyi terbiye etmek gibi bir görevi de yoktur.Kanımca inançlarını sorgulama fırsatı bulamamış insanları inanılmaz paralar ve çabalar harcayarak organize olmuş çıkar çevrelerinin iç yüzlerini ortaya çıkarmak daha yararlı olacaktır.Bu örgütlere sempati duyan gençlerin madem müslüanlar o halde iyidirler mantığı ile yaklaşıp irdeleme gereği duymadıkları bu örgütlerin görünmeyen yüzlerini sergilemek insanların inançlarını rencide etmeden inançlarını sorgulamasalarda bu piyasada işi ticarete dökmüş olan bu örgütlerin gerçek yüzlerini görmeleri bile bu üçkağıtçıların kaynaklarını kurutmak açısından en büyük yararı sağlayacaktır.

Bu kadar organize olmuş hemen her dilden propaganda yapan bu din tacirlerini görmezden gelip bir kaç inanırın inancıyla cebelleşmek onları daha fazla bilerken sözü edilen organize olmuş şebekelerin ekmeğine yağ sürecek ve onların kucağına itecektir.

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:33

*allame-i cihan bediüzzaman*

EVVELA: Bu Ramazan-ı Şerifte Üniversitede ecnebi bir müsteşrik feylesof konferansında Kur'ana itiraz suretinde سَبْعَ سَمَوَاتٍ cümlesini inkâr tarzında dinleyen safdil müslüman gençleri şüpheye sevk etmek ihtimaline binaen Birinci Harb-i Umuminin başında arabi İşârât-ül-İ'caz tefsirinde ve yirmibeş sene evvel Onikinci Lem'ada İkinci Mes'ele-i Mühimme serlevhasiyle, o müsteşrikin inkârına karşı kuvvetli cevabını göstermek lâzım geldi. Tâ çok ayet-i Kur'aniyede bulunan o cümle سَبْعَ سَمَوَاتٍ cümlesine mektepli islâm yavrularının kalblerine bir şüphe, bir vesvese gelmesin.

deyip sözüm ona yanıtlamış;

İşte bu hakikat-ı Kur'aniyeyi yedi kaide ve yedi vecih mana ile gayet muhtasar bir surette isbat edeceğiz.

Birinci Kaide: Fennen ve hikmeten sabittir ki: Bu haddi yok feza-yı âlem, nihayetsiz bir boşluk değil belki "esir" dedikleri madde ile doludur.

İkincisi Fennen ve aklen, belki müşahedeten sabittir ki: Ecrâm-ı ulviyenin câzibe ve dâfia gibi kanunlarının rabıtası ve ziya ve hararet ve elektrik gibi maddelerdeki kuvvetlerin nâşiri ve nâkili, o fezayı dolduran bir madde mevcuddur. Üçüncüsü: Madde-i esiriyye esir kalmakla beraber sair maddeler gibi muhtelif teşekkülâta ayrı ayrı suretlerde bulunduğu tercübeten sabittir. Evet nasıl ki: Buhar, su buz gibi havâi, mâi câmid üç nevi eşya aynı maddeden oluyor. Öyle de Madde-i esiriyyeden dahi yedi nevi tabakat olmasına hiçbir mani-i akli olmadığı gibi hiçbir itiraza medar olmaz.

Dördüncüsü: Ecram-ı ulviyeye dikkat edilse görünüyor ki: O ulvi âlemlerin tabakatında muhalefet var. Meselâ: Nehr-üs-sema ve kehkeşan namiyle mâruf, Türkçe "samanyolu" tâbir olunan bulut şeklindeki daire-i azimenin bulunduğu tabaka, elbette sevâbit yıldızların tabakasına benzemiyor. Güya tabaka-i sevâbit yıldızları, yaz meyveleri gibi yetişmiş, ermişler. Ve o kehkeşandaki bulut şeklinde görülen hadsiz yıldızlar ise, yeniden yeniye çıkıp ermeye başlıyorlar. Tabaka-i sevâbit dahi, sadık bir hads ile Manzûme-i Şem

(Sh: N-111)

siyyenin tabakasına muhalefeti görünüyor. Ve hâkeza yedi münzûmat ve yedi tabaka, birbirine muhalif bulunması, his ve hads ile derk olunur.

Beşincisi: Hadsen ve hissen ve istikrâen ve tecrübeten sabit olmuştur ki: Bir maddede tanzim ve teşkil düşse ve o maddeden başka masnûat yapılsa, elbette muhtelif tabaka ve şekillerde olur. Meselâ: Elmas madeninde teşkilât başladığı vakit, o maddeden hem remad yani hem kül, hem kömür, hem elmas nevileri tevellüd ediyor. Hem meselâ: Ateş, teşekküle başladığı vakit; hem alev, hem duman, hem kor tabakalarına ayrılıyor. Hem meselâ: Müvellid-ül-mâ, müvelid-ül-humuza ile mezcedildiği vakit, o mezcden hem su, hem buz, hem buhar gibi tabakalar teşekkül ediyor. Demek anlaşılıyor ki, bir madde-i vâhidde teşkilât düşse, tabakata ayrılıyor. Öyle ise: Madde-i esiriyede Kudret-i Fâtıra teşkilâta başladığı için, elbette ayrı ayrı tabaka olarak فَسَوَّيهُنَّ سَبْعَ سَمَوَاتٍ sırriyle yedi-nevi semavatı ondan halketmiştir.

Altıncısı: Şu mezkûr emâreler, bizzarûre semavatın hem vücuduna, hem taaddüdüne delâlet ederler. Madem kat'iyyen semavat müteaddittir ve muhbir-i sâdık, Kur'an-ı Mu'ciz-ül-Beyanın lisaniyle yedidir der; elbette yedidir.

Yedincisi: Yedi, yetmiş, yedi yüz gibi tabirat, üslûb-u arabide kesreti ifade ettiği için, o külli yedi tabaka çok kesretli tabakaları havı olabilir.

şimdi çok kısa olarak özetlersek bu haddini bilmez allame-i cihan Bediüzzaman kara cahili diyorki;

yabancı bir filozof kuranda geçen gök yüzünün yedi kat olduğu şeklindeki ifadeyi inkar ederek "saftirik" imam-hatipli öğrencilerin içlerine kuşku düşürmüş,kendileri ise gayet bir bilimsel açıklamayla bu filozofun ağzının payını vermiş.

ne demiş?;
bilimsel olarak kanıtlanmış ki sonsuz sandığımız uzay "esir" denilen bir madde ile dolu yani bir anlamda sınırlıymış. bu "esir" kavramı bırakılalı neredyse üç yüz yıl oluyor bizim acemi alim hala Aristo felsefesine takılı kalmış.

bilimsel olarak,aklen ve "belki"gözlemle saptanmış ki(bir şey anladıysam ateistsavar olayım)ısı,ışık ve elektrik gibi maddelerdeki(?) kuvvetlerin (bu arada ısının ve elekrtiğin hatta ışığın bir madde olduğunu öğrenmiş bulunuyoruz) daha fazla dayanamıyacağım midem bulandı...geri kalanını siz okuyun.

bu karacahile bir insanın itimat edip inanması için ondan kaç kat daha cahil olması gerektiğini varın siz anlayın.

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:33

evlenmek yasak

Nur cemaati öğrencilerine neden evlenmemelerini telkin ediyor.

Cemaat bu bilinen gerçeği her ne kadar kabul etmese de bu gerçeği ben bizzat tanıdığım nurculardan tanığım.

Bu tanıdıklarımın büyük bölümü otuzunu aştığı halde hiçbiri evlenmemiş ve evlenmeye de pek istekli değiller.üstelik çok garip bir rastlantı ki bu bekar cemaat üyelerinin neredeyse tamamı işi gücü olan esnaf ve iyi para kazanan esnaf.bunun bir rastlantı oamıyacağını onlara kaç kez söyleyip yokladığım halde hep geçiştirdiler.ama benim bu çarkın dönmesiiçin oldukça ciddi paralara gerek olduğunu anlamam uzun sürmedi.kentin üniversitelerin yoğun olduğu yada üniversitelere yakın olan kozmopolit bölgelerinde yeğlenen bu evlerin kiraları genel giderleri ,içindeki üniversite öğrencilerinin giderleri masrafları işte bu bekar üyelerce karşılanmaktadır.evlenen bir cemaat üyesinin evlilik sorumluluklarını aşıp bu yardımlarda bulunması kuşkulu olacağından bu gençlerin evlenmeleri bilinçli olarak engellenerek sağmal inek konumuna getirilmeleri gerçekten hüzün vericidir.salt parasl olmayıp evli birinin bu organizasyon içinde istenilen rolü oynaması zorlaşacağından bu gönüllü kölelerin evlenip cemaattan uzaklaşmaları engellenmektedir.Bu insanları evlilikten soğutmak için kullandıkları en önemli argüman ise kadının lanetli ve her kötülüğün sebebidir şeklindeki dinsel yanlışlardır.İstanbul kapalı çarşıda çok ünlü bir sarraf olan bir tanıdığım(bekar)çoğunlukla bayan olan müşterileri ile tokalaşmak durumunda kalmamak için sağ eline göstermelik bir ortopedik alçı yaptırmış ve yıllardır bu alçıyı birkaç ayda bir yenileyerek sakat rolüne devam etmektedir.ben bu şahsı tanıdığımda geçmiş olsun dediğimde bir rahatsızlık olduğunu söylemiş ama aradan geçen sekiz aydan sonra durum değişmeyince kardeşi kulağıma fısıldamak zorunda kalmıştı.işte böylesine psikopatlaştırılan bu insanlar inanılmaz öz verilerle bu dinci şebekeyi finanse etmektedirler.Tuhafiyecilik yapan başka bir tanıdığım bekar genç ise işi gücü kadınlara külot sütyen satmak olduğu halde evlenmekten men edilmiş ve her gün yüzyüze olduğu bu cinsten soyutlanmıştır.bu çocuğun bir gün dekolte kıyafette alışveriş yapan Rus müşterilerden etkilenip neredeyse baygınlık geçirdiğine tanık oldum.Cemaat kıskacına alıp bu yaşam tarzını reva gören cemaat yöneticilerinin en üst makamındaki Mehmet Kutluların kızının bir eroin seansında yüksek dozda eroin komasından sonra ölmüş olması ise düşündürücüdür.

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:34

allame-i cihandan inciler

erzincan depremi

Yedinci Sual: Bu hâdise-i arziyye, bu memleketin ahâli-i İslâmiyesine bakması ve onları hedef etmesi, ne ile anlaşılıyor ve neden Erzincan ve İzmir taraflarına daha ziyade ilişiyor?

Elcevab: Bu hâdise, hem şiddetli kışta, hem karanlıklı gecede, hem dehşetli soğukta, hem Ramazanın hürmetini tutmayan bu memlekete mahsus olması; hem tahribatından intibaha gelmediklerinden, hafifçe gafilleri uyandırmak için, o zelzelenin devam etmesi gibi çok emârelerin delâletiyle bu hâdise ehl-i îmanı hedef edip, onlara bakıp namaza ve niyaza uyandırmak için sarsıyor ve kendisi de titriyor. Bîçâre Erzincan gibi yerlerde daha ziyade sarsmasının iki vechi var:

Biri: Hatâları az olmak cihetiyle temizlemek için tâcil edildi.

İkincisi: O gibi yerlerde kuvvetli ve hakikatlı îmân muhafızları ve İslâmiyet hâmileri az veya tam mâğlub olmak fırsatıyla, ehl-i zındıkanın orada tesirli bir merkez-i faaliyet tesisleri cihetiyle en evvel oraları tokatladı, ihtimali var.

şimdi anladınızmı depremin hikmetini?

ey Erzincanlı müselmanlar!

allah sizi namaza kaldırmak için deprem yapıyor yahu kalksanıza ölüm uykusuna mı daldınız bu ne uykudur uyanııın

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:35

nükleer fizikci Bediüzpalavra

Altıncı Sual: Zelzele, küre-i arzın içinde inkılâbat-ı mâdeniyenin neticesi olduğunu ehl-i gaflet işaa edip, âdeta tesadüfî ve tabiî ve maksadsız bir hâdise nazarıyla bakarlar. Bu hâdisenin mânevî esbabını ve neticelerini görmüyorlar; tâ ki intibaha gelsinler. Bunların istinad ettiği maddenin bir hakikatı var mıdır?

Elcevab: Dalâletten başka hiçbir hakikatı yoktur. Çünki her sene elli milyondan ziyade münakkaş, muntâzam gömlekleri giyen ve değiştiren küre-i arzın üstünde binler envâ'ın birtek nev'i olan, meselâ sinek taifesinden hadsiz efradından birtek ferdin yüzer a'zâsından birtek uzvu olan kanadının kasd ve irade ve meşiet ve hikmet cilvesine mazhariyeti ve ona lâkayd kalmaması ve başıboş bırakmaması gösteriyor ki, değil hadsiz zîşuurun beşiği ve anası ve mercii ve hamisi olan koca küre-i arzın ehemmiyetli ef'al ve ahvâli belki hiçbir şeyi, -cüz'î olsun küllî olsun- irade ve ihtiyar ve kasd-ı İlahî hâricinde olmaz. Fakat Kadîr-i Mutlak hikmetinin muktezasıyla zâhir esbabı tasarrufâtına perde ediyor. Zelzeleyi irade ettiği vakit, bâzan da bir madeni harekete emredip, ateşlendiriyor. Haydi mâdenî inkılâbât dahi olsa, yine emir ve hikmet-i İlâhî ile olur; başka olamaz. Meselâ: Bir adam bir tüfek ile birisini vurdu. Vuran adama hiç bakılmasa, yalnız fişekteki barutun ateş alması noktasına hasr-ı nazar edip, bîçare maktûlün büsbütün hukukunu zayi' etmek; ne derece belâhet ve divâneliktir. Aynen öyle de: Kadîr-i Zülcelâl'in müsahhar bir memuru, belki bir gemisi, bir tayya-

sh: » (S: 181)

resi olan Küre-i arzın içinde bulunan ve hikmet ve irâde ile iddihar edilen bir bombayı, ehl-i gaflet ve tuğyânı uyandırmak için "ateşlendir" diye olan emr-i Rabbânîyi unutmak ve tabiata sapmak, hamakatın en eşneidir.

Altıncı Sualin Tetimmesi ve Hâşiyesi: Ehl-i dalâlet ve ilhad, mesleklerini muhâfaza ve ehl-i îmânın intibahlarına mukabele ve mümânâat etmek için, o derece garib bir temerrüd ve acîb bir hamakat gösteriyorlar ki, insanı insâniyetten pişman eder. Meselâ: Bu âhirde beşerin bir derece umumiyet şeklini alan zulümlü, zulümatlı isyânından, kâinat ve anâsır-ı külliye kızdıklarından ve Hâlık-ı Arz ve Semâvat dahi, değil hususî bir rubûbiyet, belki bütün kâinatın, bütün âlemlerin Rabbi ve Hâkimi haysiyetiyle, küllî ve geniş bir tecelli ile kâinatın heyet-i mecmuasında ve rubûbiyetin daire-i külliyesinde nev'-i insanı uyandırmak ve dehşetli tuğyanından vazgeçirmek ve tanımak istemedikleri kâinat sultanını tanıttırmak için emsalsiz, kesilmeyen bir su, hava ve elektrikten; zelzeleyi, fırtınayı ve harb-i umumî gibi umumî ve dehşetli âfâtı nev'-i insanın yüzüne çarparak onunla hikmetini, kudretini, adâletini, kayyumiyetini, irâdesini ve hâkimiyetini pek zâhir bir Sûrette gösterdiği halde; insan Sûretinde bir kısım ahmak şeytanlar ise, o küllî işârât-ı Rabbâniyyeye ve terbiye-i İlâhiyyeye karşı eblehane bir temerrüd ile mukabele edip diyorlar ki: "Tabiattır; bir mâdenin patlamasıdır, tesadüfîdir. Güneşin harareti elektrikle çarpmasıdır ki, Amerika'da beş saat bütün makinaları durdurmuş ve Kastamonu vilâyeti cevvinde ve havasında semâyı kızartmış, yangın Sûretini vermiş" diye mânâsız hezeyanlar ediyorlar. Dalâletten gelen hadsiz bir cehâlet ve zındıkadan neş'et eden çirkin bir temerrüd sebebiyle bilmiyorlar ki: Esbab yalnız birer bahanedirler, birer perdedirler. Dağ gibi bir çam ağacının cihazatını dokumak ve yetiştirmek için bir köy kadar yüz fabrika ve tezgâh yerine küçücük çekirdeği gösterir: "İşte bu ağaç bundan çıkmış" diye Sâniinin o çamdaki gösterdiği bin mu'cizâtı inkâr eder misillü Bâzı zâhirî sebebleri irae eder. Hâlık'ın ihtiyar ve hikmet ile işlenen pek büyük bir fiil-i Rubûbiyetini hiçe indirir. Bâzan gâyet derin ve bilinmez ve çok ehemmiyetli, bin cihette de hikmeti olan bir hakikata fennî bir nam takar. Güya o nam ile mahiyeti anlaşıldı, âdileşti, hikmetsiz, mânâsız kaldı.

şimdi elime iyice düştünüz sizi gidi düzenbazlar,sizi dünyaya rezil edicem.bu zırvaları dünyaya pasteliycem

maskaralığa bakarmısınız.

herif bir soru sordu soracağına bin pişman oldu.

vereceği yanıt, kasd-ı ilahi haricinde olmaz (tanrının isteği dışında olmaz) böyle demiyor lafı tumturaklı sözlerle eviriyor çeviriyor geveliyor gevişgetiriyor,sivrisinek taifesinin kanadından ,cilvesinden,ahvalinden dem vurup sonunda kasd-ı ilahi haricinde olmaz diyor.

bizim avanak ta lafın sonunu beklerken daha başta mest oluyor tümcenin başı ile sonunun irtibatını koparıp sen haklısın hoca efendi derken aslında sorduğu soruyu bile unutmuş oluyor.

elli sene sonra da kalkıp bu deli saçmalarını CD yapıp millete kakalıyorlar. sizin aklınıza şaşarım ben.bu eşek beyni yemiş kara yobazın zırvalarını matahmış gibi internet pazarlarında pazarlayan sanal işportacılar sizi.

daha bir ağacın tohumuna bile akıl sır erdirememiş bir gerzeği allayıp pullayıp pazarlarsınız ha.

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:38

Bediüzmanyak gençliğe oyunu bile çok görüyor.

Gençlik Rehberi'nde izahı bulunan ibretli bir hâdisenin hülâsası şudur:

Bir zaman, Eskişehir hapishanesinin penceresinde, bir cumhuriyet bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı. Birden mânevi bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki: O elli- altmış kızlardan ve talebelerden kırk-ellisi kabirde toprak oluyorlar, azab çekiyorlar. Ve on tanesi; yetmiş-seksen yaşında, çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden, sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar. Kat'i müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler, geldiler , sordular. Ben dedim: Şimdi beni kendi hâlime bırakınız, gidiniz.

Evet gördüğüm hakikatdır; hayâl değil. Nasılki bu yaz ve güzün âhiri kıştır. Öyle de: Gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hâdisatı sinema ile hâl-i hâzırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hâdisatını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve sefâhetin elli-altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilse idi, şimdiki güldüklerine ve gayr-i meşrû keyiflerine nefretler ve teellümlerle ağlayacaklardı.**

Bu aklını yitirmiş sapık ihtitar bir lisenin bahçesinde oynayan kız çocuklarının oyun oynamalarını bunlara çok görmekte ve bu oyundan "gayrı meşru keyif" diye sözedebilmektedir.bu örümceklenmiş aşağılık beyin aslında Cumhuriyet kızlarının okula gidip özgürleşen beyinlerini hazmedememektedir.kendisi daha önce saplanmış oduğu balçığa def edilmiş ama Cumhuriyet kızları rakslarına hala devam etmektedirler. hatta bu ilde(Eskişehir)açılan Türkiyenin en kalabalık üniversitelerinden olan Anadolu üniversitesinde okuyan on binlerce Özgür Cumhuriyet kızları şimdi bu kokuşmuş alçağın adını bile duymamış olarak rakslarına üniversite kampusunda erkek arkadaşları ile kol kola devam etmektedirler.

oyun dedikte aklıma geldi

ünlü osmanlı şairi Eşref'ten bir dörtlük

Ben s..imle oynarım,çünkü babam da oynamış,
çıkmadım meydana ben cennetteki Tüba gibi,
Belki etmezdi bu eğlence babamdan intikal,
Ben de doğsaydım n'olurdu Hazret-i İsa gibi!

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından oktay 18.07.10 12:40

BİRİNCİ DEVA:
İnsanın hastalığı zâhiren bir nevi dert gibi ise de, dert değil, belki bir nevi derman olduğunu ve ömür sermayesi sıhhat ve âfiyet ve istiğnadan gelen bir gafletle zayi olduğundan, hastalık o zayiatı meyvedar bir ömre çevirdiğini haber verir gâyet güzel bir devadır.

İKİNCİ DEVA:
İbadet iki kısım olup, bir kısmı müsbet ibadettir ki, namaz ve niyaz gibi malûm ibadetler olup, diğeri menfî ibadettir ki, hastalıklar insana aczini, zaafını hissettirdiğinden, hâlis, riyasız mânevî bir ibadet olduğunu.. ve bu hastalıkların, Allah'tan şekva etmemek şartıyla, mü'min için bir dakikası bir saat hükmüne geçtiğini ve bazı kâmillerin hastalıklarının bir dakikası bir gün ibadet hükmüne geçtiğini rivayet-i sahiha ve keşfiyat-ı sadıka ile sabit olduğunu bildirir gâyet mühim bir devadır.

doktora ne gerek var?

neymiş bazı hastalıkların bir dakikası bir gün ibadet yerine geçermiş.

AİDS in yeri bu ibadette nedir diye sormak hakkımız değil mi ?

oktay
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

NURCULUK DENEN SAYIKLAMA Empty Geri: NURCULUK DENEN SAYIKLAMA

Mesaj tarafından iLLeGaLT 29.07.10 21:59

Saçmalık..

Kürt ırkçılığı yapılmayacağını düşünmüştüm.Anlaşılan acedemianın inspeakteki nezih ortamını burada bulamayacağım..

iLLeGaLT
Misafir


Sayfa başına dön Aşağa gitmek

Sayfa başına dön


 
Bu forumun müsaadesi var:
Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz